Gece Gezintisi bölüm 2, Cunda Öyküleri
Ana Sayfa » Cunda Öyküleri » Gece Gezintisi bölüm 2, Cunda Öyküleri
Yazan-Çizen Cundalı | 3 kişi yorumlamışyorum cunda
Üretim Tarihi: Pazartesi, Eylül 10, 2007

Cunda Öyküleri

Gece Gezintisi, bölüm2

3

Simsiyah bir deniz uzanıyor adayla aramıza, karabataklar dalıp çıkıyor suya, düşlerimizin ne kadar yakında olduğuna bakıyorum karanlıkta. Orada, Cunda Adası’yla ve bir köprü var aramızda. Hayır! Kildan ince, kılıçtan keskin, düştüğünde alevlerin ruhunu yaladığı bir köprü değil. Bir köprü; kimsenin intihar edip suya çakılmadığı, kimsenin kazığa gerilmediği, kimsenin asık olmadığı bir köprü. Sadece geçip gidilen ve düşler arasında kaybolan bir köprü… Köprüyü görüyorum, sen bakmıyorsun bile o tarafa.
Sahil boyunca karanlıkta, karanlık köpekler havlıyor. Sesleri yakınlaşıyor, derinleşiyor ve yok oluyor. Sahilde deniz dalgalarıyla ayaklarımı isliyor. Karanlık köpüklerin soğuğu yakıyor ayak bileklerimi.

Terk edilmiş sahilde artik balıkçılar balık tutmuyor. Kimsenin cani balık çekmiyor, çünkü çoktan oltalara takıldı kaya balıkları, kediler bile yemedi onları; etleri siyah diye.
Sahil boyunca karanlık içime damlıyor. Arkamdaki evlerin ışıkları beni çağırıyor, geri dönemem biliyorum, burada olmalıyım. Burada yalnız basıma bakmalıyım uzaklardaki düşlere, karanlık bile olsa seçebiliyorum.
Yeşil gözleriyle bir kadın dua ediyor yıkık kilisenin haçına karsı. O haçta çarmıha gerilene inanmasa da duasız geçmiyor. Toprak yollarda, yollara saçılan deniz kabuklarını topluyor biri, bir erkek, otuz yaslarını kıyısına adim atmak üzereyken deniz kabuklarını kızın duasına eklemeye çalışıyor.

Tas kahvehanede Türk kahvesi içiyorlar, tahta masaların üzerinde fal bakıyor kadın adama. Fal bakıyor, ama eskisi gibi değil, fal bakıyor, artik biliyor falda çıkan yeşil gözlü kadının kendisi olduğunu.
Cunda Adası’nın sahilinde balık tutuyor balıkçılar, mevsim balık mevsimi, ne kadar balık varsa hepsi vuruyor oltalara. Çekiştiriyorlar oltalardaki yemi, karınlarını doyurmak için uğraşırken başka karınları doyuruyorlar.
Balık alıyor kadınla adam sahilden. Yıkılmış kilisenin arkasında mangal yapıp balık yiyorlar. Yanlarında rakının en iyisi.

 

Öyle çok da anlatacak animiz olmadı bizim, yasıyorduk iste… Birinci isimiz anıları bırakmak değil, yasamaktı, anıların çetelelerini başkaları tuttu hep. Bana anlatılanlardan çıkartıyorum anılarımı, bana anlatılanlarla tanımlayabiliyorum yasadığımı.
Aramızda uzayıp giden sessizlik yayılıyorken kim böldü onun ahengini hatırlamıyorum artik. Biri birine bir şey demiş olmalıydı mutlaka. Biri daha fazla özlemiş olmalıydı ki ilk konuşan o olsun. Sonra düşünceler uzadı, konuştuk biz, birbirimizden uzakta konuştuk, seslerimiz yayılıyordu, seslerimiz büyüyordu.
Sonra senle bir gece gezmesine çıktık. Başka bir sahilden aldım seni, hava dingindi, rüzgâr kisin ortasında bile esmiyordu, oysa ben yağmur yapmasını bekledim bu mevsimde, yağmasa da atıştırsın istedim. Ama olmadı.
Sevgili gibi dolaştık evleri, bir oraya bir buraya gittik, yemek yedik, çay içtik, konuştuk, başkaları vardı yanımızda ve gülüyorduk. Başkalarının asklarına bakıyorduk, çünkü bizim olan bir ask yoktu. Yoktu bize ait olan bir şeyler.

O zaman olmasa bile daha önce “Tanrı beni senin için yarattı” demiştin. İlerleyen bir sohbetin büyüsüyle mi söylemiştin bunu? Bilmiyorum. Yanında değildim, göremedim gözlerini. Ben tanrıya belki de ilk defa o zaman teşekkür ettim. Onunla da aramızda yerleşik olmayan acılar ve haksızlıklar vardı. Birlikte olamadık hiç. İste bu yüzden hep gergindi aramız.

Ayni gece, gece yarısına yakin bir zamanda şarap içmeye başladık, Hayyam’dan bize kalan rubailerle. İlk gittiğimiz evin çok uzağında başka bir evde, başka bir çiftin yanındaydık. İçiyorduk. Konuşuldu bütün gece, bazılarımız erken yattı, bazılarımız geç, ama sonunda yattık o gece. Yine ayni yatakta.
Ayni yatakta yatmayı istemiştin, sana sarılmamı, dokunmamı ve sana masal anlatmamı istemiştin. Sarıldık o gece birbirimize, dokundum sana, uzunca dokundum, gözlerine, dudaklarına, dişlerine, yanaklarına, boynuna, göğüslerine, ruhuna ve daha da derinlere dokundum…
Sonra öpüştük uzun uzadıya, aramıza giren tüm yazgıları silmeye çalışıyordum ben, öpüyordum seni. Dudaklarımızdaki ıslaklığı birbirine karıştırıp, o esrik tadı yakalamaya çalışıyordum.

Ama masal anlatamadım sana gece, korktum anlatmaktan, çünkü Serazat’tan öğrendiğim masallar bin bir taneydi. Kalıp hepsini dinleyemeyeceğinden korktum. Kalsaydın bin bir gecenin sonuna ben de yeni masallar ekleyebilirdim gitmemen için.
Birbirimize sarılıp uyuduk, birbirimizle uyuduk gece, sevişmedik, sevişmek bize ait olmayan başka bir kelime gibiydi aramızda, kendi dilimizde telaffuz edemiyorduk onu, başka lisanlarda da karşılığını bilmiyorduk.
Öğlene doğru uyandık yeniden, tıpkı bir önceki gibi, kahvaltı yaptık, yatağı toplamamı istedin, topladım. Ve ben yine senin yatağı topladığını göremedim.
Aceleyle farklı zamanlarda çıktık evden, beni aradın ben bir vapurda kaçak yolcuydum.
Gün karardığında yeniden aradın, beklemiyordum aslında böyle aramanı. Bir caz müziğinin esliğinde buluştuk, müziği biz yapıyorduk, yanımda duruyor ve kahveyle başlayıp alkole doğru dönüyordu isteklerin. İzliyordum seni, akşamki yakılığın simdi nerelerde kaldığını ve ne kadar uzaklarda bir yerlerde kendimin asıldığını düşünüyordum.Yüzün düştü gece, sustun, öyle bakindin etrafa, kimseleri görmüyordun, kimseleri tanımıyordun, kimseleri duymuyordun.
Sonra gittin…
“Kal!” dedim.
Gittin! 

Tanrının yanlışlıkla Nuh’un üzerine saldığı tufan o gün başladı, insanlar kaçacak yerler ararken bir gemiye yanlışlıkla sığındım. Senin ardından, ya da senden sonrası tufandı iste. Günlerce yağması gereken yağmur bir anda yağdı, deniz yükseldi, ağzımızdaki köpüklerle koştuk Ahiren denen yere. Günahlarım büyüyor ve cehennem beni bekliyordu.
Ama söylemiştim sana, cehennemden sonrasının cennet olduğunu, ruhun arınınca kirden, cennete gideceğimi sende biliyordun. Ve söz vermiştin bana cennette bir Beatrice olacaktın benim için. Söylemiştim ayni böyle demiştim, “cenneti senin kollarında dolaşmak isterdim.”
Ve ben ne cehenneme gidebildim, ne de cennete, yolun yarısında atıldım ve Cunda Adası’nın kıyısına barak asili kaldım iste burada. Senin tufanından sonra.
Köprüyü geçmek için sıranın bana gelmesini bekliyordum. Karsıda düşlerimden artakalanlar parlıyor, karsıda benim olmayanlar ama olmasını istediklerim yanıp sönüyor. Arkamda kalanlara bakmıyorum bile, çağrılarına kulak asmıyorum, kulaklarım duymuyor sesleri, sadece köpek ulumaları var rüzgâra katışıp gelen ve dalgaların insani sağır edecek karanlık gürültüsü…

Karsımda, Cunda Adası’nda, rakı şişesinin dibinde kalan rakıda bitiyor ve yârim kalan geceleri tamamlamak için kadınla adam kalkıyor masadan. El ele kayboluyorlar gözlerden eski manastıra doğru.

Ferhat Uludere


View this Post in: English French Arabic German Greek Japanese Spanish

Facebook'da Paylas

Bakın Millet Neler Demiş?

3 comments
  1. Cunda Öyküleri
    Eylül 11, 2007
    sus

    [...] Gece Gezintisi Bölüm 2 [...]


    View this Comment in: English French Arabic German Greek Japanese Spanish

    Cevap yaz
  2. Semiha Meram
    Mart 23, 2008
    sus

    harika bir hikaye


    View this Comment in: English French Arabic German Greek Japanese Spanish

    Cevap yaz
  3. sibel
    Mart 29, 2008
    sus

    ne kadar beğendiğimi sözlere dökemyecek kadar tutulmuş durumdayım. bu hikaye için teşekkürler


    View this Comment in: English French Arabic German Greek Japanese Spanish

    Cevap yaz

Söyleyecek birşeylerim var diyorsanız!

Resminizi ekleyin!
Gravatar'a katılın ve burada resiminizde yayınlansın. Hemde Bedava!